Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

28 Ekim 2011 Cuma

haberler

Hastane günleri devam ediyor...Sanırım pazartesi günü evde olacağız...Anlatsam roman olur tarzında günler saatler dakikalar yaşadık... Adım adım iyiye gidiyoruz ama bu arada hep bir risk olduğunu hiç unutmayacağız özellikle de babam unutmamalı...Hep diken üstünde gibi olmasa da hep temkinli bir yol haritamız var artık.

İnanılmaz komik, duygulu olaylar ve de acı tesadüflerin muhteşem kucaklaşmalarını yaşayıp Haydarpaşa Numune 1.Nörolojide destanlar yazdık. Geniş bir ailenin olmasının geniş geniş genişliğini yaşadık yaşıyoruz. Blog arkadaşlığı denilen şeyin nasıl harika bir şey olduğunu,dünyanın her tarafından gönderilen duaları, geçmiş olsun dileklerini almanın nasıl güzel bir şey olduğunu,içine katılan hoşlukları da unutulmayanlar arasına yazdık... Anlatacak ne çok şey var, keyfim yerine bi gelsin, Babam da istediğim rahatlığı göreyim. Gülünç,hayret verici hadi yok artık dedirtecek kadar şaşırtıcı, duygulu,dramatik,korkunç kısacası her duyguya hitap edecek hikayeler var...

26 Ekim 2011 Çarşamba

teşekkür

hepinize hepinize çok teşekkür ederim. Mesaj atanlar,yorum yazanlar, mail gönderenler,telefonla arayıp geçmiş olsun dileklerini ileten herkese çok ama çok teşekkür ederiz.

Hiçbirinize geri dönemedim. Ama tek tek hepinize sevgilerimizi gönderiyoruz. Şu anda hastanedeyiz. Çok acil ambulansla gitmiş olmamız, bizde bir travma yarattı ama bunu da aşarız hep birlikte diye düşünüyorum. Belirli olan şeyler var, devam eden tetkikler var ama şu an ki genel durum iyi.

Umarım, bir kitap bir film günleri, bizim evin halleri günleri çok uzak değildir ve Koru , Kuzguncuk yolları bizi çok özlemez...

25 Ekim 2011 Salı

Babam bu gün hayata bir çalım attı...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Acının merkez üssü bu kez VAN!a taşındı...Yine deprem öldürmedi bina öldürdü. Sahtekarlık, aymazlık, dolandırıcılık öldürdü...
Şimdi yapılabilecek herşeyin yapılma , yaraları sarma, bir şehri yeniden ruhen ve madden ayağa kaldırma zamanı.
PTT ve Mng kargo Van'a ücretsiz kargo göndereceklerini açıklamışlar. Bu şahane bir fırsat.
İnşallah bu hızlaz dibe vurduktan sonra aynı hızla yukarı çıkmanın son vuruşudur...Artık hızla yukarı çıkma zamanı gelmiş olsun...
Ülkelerin corafyaları, yaşayanlarının kaderi olmasın...

21 Ekim 2011 Cuma

köy evi

Hepimizin hiç de iyi zamanlar geçirmediği bu günlerde biliyorum, içimizden bir şeyler yazmak gelmedi...Yediklerimizden, içtiklerimizden, güneş açan havadan bile utandık, düğüm düğüm oldu boğazlarımız... Bu gün kuzenimin koyduğu resimleri görünce , yine buruldum. Belki bu da bir veda yazısı... 100 lerce yıllık anılara tanıklık eden bir eve...


Benim Annemin, Anneannemin, dedemin hatta onların bile annelerinin doğduğu evin pencereleri bunlar... Harmanı görür, verandaya bakar...Tarihi hakkında sonsuz rivayet var... Kuzen Evşen, her odasının duvarının resmini çekmiş, sanırım yavaş yavaş ömrünün son demlerinde... Ocağı bir set üstünde olduğu için Sabahnur teyzemin step yapıyoruz dediği, verandanın baş tarafında hep Anneannemin oturduğu koltuğu herkesin kapma yarışında olduğu, senede bir ay şenlense bile oralar otuz küsur torunun , onların çocuklarının dahi bin anısı olan ev, ne yapılırsa yapılsın Karadeniz'in o rutubetli havasına karşı verdiği mücadelenin sonlarına gelmekte...Duvarlarına aynı bizim Gamze ve Doğa gibi özgürce yazı yazabildiğin, hatta her gelenin içini dökebildiği ...(mesela burada Burcu üç yıl önce yazdığı yazının yanına üç yıl sonra not düşmüş,değişen hiçbir şey yok burada diye )))))
Hepsini alamadım buraya,çarpım tablosuna varana kadar var,hatta oyunlar oynanmış,kağıt yerine buraya yazılmış,sonuçlar:)

Üstünü değiştirmek istediğinde sandığı , sepeti açıp üstüne uyanı giyebildiğin, dışarı çıkıp avaz avaz bağırabildiğin bir ev burası... Sevdiklerinin bir zamanlar oynadıkları , fındık ağaçları altında evcilik kurdukları yerlerde artık ebedi uykularını uyudukları bahçelerin arasında kimsenin kalmadığı, el ayak çekildiğinde , ben buradayım hep buradayım der gibi duran bir ev...



ve hayat gerçekten de bir sufle gibi...kitap okuyan kız da

19 Ekim 2011 Çarşamba

ölüleri en genç olan ülke bizim ülkemizdir herhalde... Bu ülkede en büyük lüks ecelinle ölmek.
Ne denir ki, duyulan acıyı o analar, babalar, yakınlar kadar hissetmek mümkün mü? Annemi kaybettiğimizde, artık izin sürem dolmuş işe dönüyordum, serviste arkadaşıma, bi bir hafta geçse dedim. O içimdeki yangın geçse, hafiflerse, o kadar yakmasa dedim. -Lale- babamı kaybedeli 10 yıl oldu, o acı orada durur hep dedi.Sevdiğinin acısı , demoklesin kılıcı gibi kafanda sallanır, kendini en iyi hissettiğin bir anda bile kafana değiverir, feleğin şaşar, yere serer seni. Şimdi o 26 aileye mensup herkes , kafasının üstünde sallanan bir kılıçla yaşayacaklar hayatları boyunca...Peki sonra sonra ne olacak, bir sonraki ne zaman diye beklenecek mi?

18 Ekim 2011 Salı

Bir Ayrılık

Bu gün yazma modunda değilim ama bu filmden haberdar olmanızı istedim...
Herkes haklı bu filmde... Yönetmen azcık başrol erkeğinin tarafını tutmak istemiş gibi ama:)
Bir İran filmi ilk kez Altın Ayı nödülünü almış bu filmle.İran filmi demişken yana yakıla aradığım bir İran filmi var. Adı''arkadaşımın evini nerede''. Kirazın Tadı'nın yönetmeninden sanırsam... Bu film için söyleyeceğim şu, izleyin ,mutlaka izlenmesi gereken filmlerden kategorisine koydum.Filmin adı Nadir ve Simin ama dünyada ve bizde Bir Ayrılık ismiyle vizyona girmiş.
İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin biten bir evliliği konu alan Jodaeiye Nader az Simin/Nader ve Simin, Bir Ayrılık adlı filmi, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’yle onurlandırıldı. Filmin başrol oyuncuları Leila Hatami ve Peyman Moadi’nin yanı sıra, diğer ekip oyuncularının En Iyi Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerini paylaşması da filmin başarısını farklı bir boyuta taşıdı.Farhadi, Altın Ayı’yı alırken yaptığı konuşmada, “Bu ödülü kazanacağımı hiç düşünmemiştim,” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu ödül, doğduğum, hikâyelerimi öğrendiğim ülkemin insanlarının düşünülmesi için çok iyi bir fırsat.”Geleneksel ve modern yaşama ve düşünme biçimleri arasındaki çatışmanın yanı sıra, sınıf farklılıklarını da ele alan film, bir kadının eşinden boşanmak için dilekçe vermesinin ardından yaşanan olayları anlatıyor.

ülen hayat

Ne kitap, ne film hiç bir etkinlik yok...
Öle aval aval bakasım var...Bi de Mihriban dinleyesim...Musa Eroğlu söylesin
Sonra da Müzeyyen Senar Feraye'yi söylesin... Ferayedir kızımın adı , yar yandım aman aman Feraye desin...Bu gün bu gece böyle istedi canım...Biraz dengesiz bir profil çiziyorum belki dün İf you go away , Suzy Quatro takıldım bu gün de böyle...
Akşam yemeğinde de dünkü kuru köfteleri, patates ve domatesle yeniden pişirip İzmir köfte ayağına yedik.
Bir zamanlar birlikte çok iyi vakit geçirdiğimiz,güldüğümüz, eğlendiğimiz, birlikte gezilere katılıp gezi otobüsünde birlikte bağıra bağıra şarkı söylediğimiz o küçücük kasabayı gündüz gibi aydınlatanlardan GÜNDÜZ'ün facebook sayfasında öylece kalakaldım, artık gitmiş, artık aynı frekansta değilmişiz...ailesi sayfasını kapatmamış, herkes doğum gününü kutlamaya gelmiş...Ayrı şehirlere dağılınca, izler birbirine karışıp, silinince böyle bir azizliğe uğradım dün...Karmakarışık,darmadağın oldum...Yerin Gündüz gibi olsun Gündüz...

Ülen hayat , bazen gerçekten de ne yaptığını bilmiyorsun...


Bu aralar ki durum vaziyetleri bumudur? aynen budur...

16 Ekim 2011 Pazar

bir şarkı bir film

Sabahımın akşamımın bu günümün şarkısı...
buradan dinleyin


 Beni çook eskilere götürdü... Çok güzel bir filmde çıktı karşıma yeniden... Bir küçük çocuk bu şarkı eşliğinde annesinin elbisesini kollarına alıp , dans etti , beni ağlattı...
eğer uzağa gidersen bu yaz günü o zaman güneş uzakta bütün kuşlar uçuyor bu yaz gökyüzünde bizim yeni aşk ne zamandı? ve kalplerimiz yüceydi ne zaman gençtin? ve geceler uzundu? ve ay hala aynıydı? gece için kuşun şarkısı ama eğer söyle günüm benim hayır o günü sevmiyorum veya tekrar gelmesini biz güneşin yelkenindeyiz yağmurda bisiklete biniyoruz ağaçlar konuşuyorlar İbadetimiz rüzgarda esiyor ve eğer gidersen anlayacağım aşkım yaşamak için yeterli ellerimi tutman
Günün şarkısı. oldu..İf You Go Away...

Filekiminin son ffilmiydi Toast...
İngiliz aşcı ve yemek yazarı Nigel Slater'in gerçek hikayesinden yapılmış bir film... Tost 1960′ların Britanya'sının yiyecekleri üzerine muhteşem bir nostalji yolculuğu…...size tost yapan birini nasıl sevmezsiniz...Filmde Nigel Slater'in cinsel tercihi ile ilgili bir küçük gönderme de var...Çok gereklimiydi derseniz filmle ilgisi hiç olmayan bu sahne filme biraz atraksiyon biraz renk getirmiş o kadar...





Kokular ve tatlarla örülü bir çocukluk... Yemeğe âşık, anne-babasından çok bahçıvan ve temizlikçiye yakın bir çocuk... Limonlu bezeli kekler ve otuz yıl sonra ülkenin en sevilen yemek yazarı olacak Nigel Slater'ın gözünden 1960'ların İngiltere'si... Slater'ın acı-tatlı otobiyografik öyküsünü beyazperdeye aktaran S.J. Clarkson, aralarında Whitechapel, Life on Mars, Casualty, Eastenders ve Doctors'ın da bulunduğu birçok TV dizisinin de yönetmeni. Billy Elliot'ın senaryo yazarı Lee Hall tarafından sinemaya uyarlanan Tost, 2011 Berlin Film Festivali'nin Mutfak Sineması adlı özel bölümünde gösterildi.


Pazar atıştırmalığı kabuklu badem, acıkılırsa sosisli sandviç... akşam yemeği... köfte , makarna.
Bu akşamın dizisi...Avrupa Avrupa
İyi pazarlar

15 Ekim 2011 Cumartesi

CUMARTESİ...BÖLÜM :1

hava yağmurlu ...ev halkının her biri bir yerde...Naziş zaten biz uyurken çıktı, toplantısı varmış...
Kombiyi yaktım, laptopu kucağıma aldım elimde de uzaktan kumanda aklım babam da...
Kanaltürk de DADI var... Kızlar çok küçüklerdi yayınlanmaya başladığında, hiç bir bölümünü kaçırmazdık. Sonra orjinalini izlediğimde bizim DADI'yı daha çok beğendiğime karar vermiştim. Elin iyisinden bizim kötü daha iyidir misali:))Bir gün bu ata sözlerinden derleme mi yapsam acep.
Gün biraz keyifsizdi...Babamın tansiyonu çıkmış, hastaneye yatmış haber vermemiş. Telefonda, evdeyim tv izliyorum, ayın 28'in de geliyorum derken meğer hastanedeymiş. Hastane müdürü tanıdık olunca hafta sonu hastanede yat demiş. Konuşmaları falan iyiydi, yanındakilerde iyi dediler ama hepimizin canı sıkıldı ve artık yeniden geri İstanbula dönmesine ailece karar verdik. henüz haberi yok ve ne düşüneceğini bilmiyoruz, Annemden sonra o düzeni hiç bozmadı, özgürlüğünün kısıtlanmasından da hiç hoşlanmaz bakalım ne diyecek.Şimdi tek istediğim gelip, kanepedeki yerine oturması...

14 Ekim 2011 Cuma

Patlıcan silkme , yağsız kek, Fatmagül

Bu günkü yazım sadece ve sadece Adsız izleyicimin, sorduğu sorular ve istediği tarifler üzerine yazıldı...Yorum altında cevap verince baktım koca bir post oldu Bari buraya alayım, belki başkalarının da işine yarar dedim.

Sevgili Adsız
Soslu patlıcan silkme çok basittir. Kızartma havasında olsun ama yağlı da olmasın isterseniz ANNEMİN UYGULADIĞI BİR METOTDU...Acısı çıkması için tuzlu suda beklettiğiniz patlıcanları bir cm eninde doğrayın...Bir kaç diş sarımsak ve sekiz 10 adet sivri biber de hazırlayın. Dibine sıvıyağ ben zeytinyağ kullanıyorum, koyduğunuz ve yağını iyice kızdırdığınız tencereye hepsini birlikte atın. Arada kapağını kapatıp iki elinizle kapağı da tabi fırlamaması için parmaklarınızla tutarak tencereyi arada bir silkeleyin ki altta kızarmış gibi olanlar üste gelsin...Hepsi kızarmış gibi olunca üstüne bol domates koyup ağzını kapatıp, kısık ateşte pişirin hepsi bu...Bunu etle de yapabilirsiniz. O zaman tenceye üçe dörde bölünmüş soğanda atın, etlerinizi de önceden pişirin. Bu kez de ana yemek havasında olacaktır.

Kek içinse en kolay tarifim...Beş bardak fincan un, beş fincan şeker, beş yumurta...Kalıbınıza göre bu sayıyı üçe de indirebilirsiniz daha da çıkarabilirsiniz...Kabartma tozu ve vanilyayı unla birlikte koyun... Hatta ben kabartma tozunu hafif sulandırp üstüne biraz limon sıkıp öyle ilave ederim.. Buna unladığınız bir avuç kuru üzüm, ya da damla çikolata da atabilirsiniz...Kalıbın dibine yağlı kağıt serin , birazcıkta yağlayın...Çünkü kek yağsızdır. Bu baz bir tariftir. Her türlü kullanabilirsiniz ister çayın yanında böyle yiyin ya da yaş pasta yapmak isterseniz keki ikiye bölüp, sütle ıslatıp, arasına dolgu kreması meyvalar koyup, bazen muz , çilek koyarım. İkinci parçayı üstüne kapatıp, üstünü tekrar krema ile kapladınız mı alın size yaş pasta:))(işte yağsız kekin , yaş pastaya dönüşmüş hali)

Gelelim Fatmagül'e ...tahmin ettiiniz gibi bir dizi...Vedat Türkali'nin bir romanından önce filme sonra diziye uyarlandı... Dizi tabi modernize edilmiş hali...Hikaye baz alınıp, bir sürü yan karakter ve hikaye eklenip biraz daha renklendirilmiş. Bu hali hikayeyi hiç bozmamış. Benim söyleyebileceklerim bu kadar. Umarım yardımcı olabilmişimdir.

13 Ekim 2011 Perşembe

BİSİKLETLİ ÇOCUK

Filme gidene kadar, Bisiklet Hırsızları dedim durdum:))ki o filmi de çok beğenirim. İlk izlediğimde henüz ben de bir çocuktum ya da çocuk denecek yaştaydım. Bisikletli Çocuk; ikinci filmekimi filmim...Az kaldı kaçıracaktım ama :))Film bu gün saat 11 de Atlas sinemasında son kez gösterimdeydi...Artık vizyona girmesini bekleyeceksiniz...

Film Cannes'de Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadoluda filmi ile jüri büyük ödülünü paylaştı... Ve eleştirmenler tarafından çocukluğa yapılmış en güzel film olarak tanımlandı. Dün izlediğimiz Tiranazorus'dan sonra çok ama çok iyi geldi bana...Çiviyi çiviyi söker misali oldu. Film sonsuz iyimserlik aşıladı bana... Filmi hem rahatsız edici hem iyimser buldum...Bu filmi görmenizi çok isterim kategorisine koydum...Küçük oyuncuyu çok ama çok başarılı buldum...E, o kadar film izliyoruz bu kadarcı da söz söyleme hakkımız olsun dimi...Bir çocuğun sorumluluğunu almak için ille de anne babası olmak gerekmiyor... Samantha , iyimserlik ilacım oldu...

Günün geri kalan kısmında ev için çalıştım. Yemekler yaptım...Domates soslu patlıcan silkme , zeytinyağlı pırasa ve pilav pişirdim. Çorbamız da var...

Akşamın dizisi Fatmagül tabiki... Kabak çekirdeği yenerek izlenecek:)) Naziş Göreme'den gelirken bir torba kabak çekirdeği getirmiş. Daha doğrusu kocamın asker arkadaşının gönderdiği kuru meyveler arasında bu da vardı...Bir de güzel kavrulmuş. Akşamları çıt çıt çitene de yapıyoruz.

Hava bu günden itibaren soğuyor.Önlemlerinizi alınız , söylemedin demeyiniz... Kışlık çaylara başlayın, ekinezyadır, ıhlamurdur, zencefildir...



11 Ekim 2011 Salı

Doğunun Limanları


Bu gün evdeyim tüm enerjimi yarına saklıyorum...
Sabah kızlar gitti, salona her zamanki sabah keyiflerime başlamak için geçerken, Kocam benden önce kanepemi , sehpamı kaptı...Uykusu kaçmış , tv açıp haber izlemeye başladı...Ben ayyy orası benimmm deyince , gideyim mi diye sorunca tabi kıyamadım... Ama ertesi sabah asla bunu kabul etmeyeceğimi deklare ettim.

Hava yamurlu, ev havası ama ben bu havalarda da dışarıda olmayı severim aslında...

Bu gün Kitap Okuyan Kız için ; Amin Maalouf'un en sevdiğim kitabı olan Doğunun Limanları hakkında yazdım. Kitabı yeniden karıştırıken keşke keşke dedim filme alınsa
ve ben bu yazıyı okur okumaz yazabilmiş olsaydım. Sanırım çok daha farklı bir yazı çıkardı ortaya... Aranızda okumuş olanlar varsa , sizin görüşlerinizi de orada görmek isterim.Kitap Okuyan Kız için yazı yazarken burada sözünü etmemiş olduğum kitaplardan da seçmeye özen gösteriyorum...Mesela hiç şiir kitabından söz etmedik. Bu konuda pek iyi değilimdir ama yatarken okuduğum bir Tagore şiiri ya da Murathan Mungan'ın Eteğimde ki Taşlarından okuduğum bir şiir ruhuma iyi gelir. Ruh kendini iyi hissedince beden de ona ayak uydurur kanısındayım.

Yarın için ,inşalah bir aksilik çıkmazssa çok şahane bir programım var kendisi de çok şahane olan biriyle...Çoğunuz tanıyorsunuz Zero''yu...Umarım hava şartları bir azizlik yapmaz bize de programımızı uygulayabiliriz.

Bu günlük şimdilik bu kadar...Kitap Okuyan Kız'a uğramayı unutmayın:))

gece gece dır dır



Gece saat 01.29'u gösteriyor...Pencereye vuran yağmurun sesine ,geçen bir uçağın sesi karıştı...Bu havada , bu saatte o uçakta olmak istemeyeceğimi düşündüm.

Herkes uyudu. Nedense hiç ama hiç uykum yok. Yazın Ordu'da buluştuğumuz arkadaşım, Antalya'ya yeni dönünce ; çektiği resimler bu akşam elime geçti... Bu havada yaz resimlerine bakmak hem tuhaf hem çok hoş oldu... O gün ne kadar eğlendiğimizi , Teyzemlerin onları ektiğim için bana gizliden gizliye gıcık kaptıkları ama hiiç belli etmedikleri geldi aklıma , güldüm.(pek sevdim bu resmi yav)

Naziş , üç gün süren Kapodokyo gezisinden çok memnun döndü... Orada ki ilçelerden birinin belediye başkanı benim kocanın hem askerlik hem de çok sevdiği bir arkadaşı olunca VİP statüsünde ağırlanmışlar:)Pek hoşnuttu...Bizi mi? yatağını mı? daha çok özlediği konusunda kararsızım:)


Bu gün genel temizlik günüydü, ev gıcırdadı, her seferinde bakıp hep böyle kalsan kalabilsen keşke diyorum:)

Bu akşam Mor Menekşelerin başlamasını beklerken o başlamayıverdi, 17 Ekime ertelenmiş. Onun yerine Show da yeni başlayan ses yarışmasını izledik. Üfff şimdi bi sürü saçma sapan şey mi dinleyeceğiz derken. Çok beğendik. Hadise, Mustafa Sandal, Hülya Avşar ve Murat Boz'dan oluşan Jüriye bayıldım. Murat Boz ve Hadise resmen show yaptılar...Sanırım bu kadar çamur attıktan sonra her zamanki dengesizliğimle izleyeceğim:) hem biraz dizi modundan da çıkmış oluruz.

Gce gece yeter dimi bu kadar muhabbet...

10 Ekim 2011 Pazartesi

pazarın ardından

Bu pazar gününü en keyifli kılan unsur yağmurdu...Naziş gezide olduğu için, Kocamın da kendine ait bir programı olunca Gamse ile biz karşılıklı kanepelerde kah kucaklarımızda laptop , kah tv
izleyerek, kah kitap okuyarak, yiyip içerek koca pazar gününü devirdik.






Anne kurabiyeleri çay saatimize eşlik etti...Bir önceki yazıda tarifi var...
Yemek saati geleneksel kuru biber dolması ve iç artınca , dondurucudan alelacele çıkarılan, haşlanmış karalahana yapraklarına sarılan lahana dolması ile şenlendi...

Tv de TRT1 'in yeni dizisi Avrupa Avrupa'nın izleyemediğimiz tekrar bölümü ile kahkahadan kırıldık. Henüz keşfetmediyseniz , pazar akşamları oynayan bu diziyi kaçırmayın. Türkiye'nin Avrupa Birliğine girdiği farzedilerek çekilen bir dizi... Bir apartman baz alınmış. Buradaki aile ve komşuluk ilişkileri işleniyor. Dün gece kendini konsere göndermeyen , babasını karakola şikayet eden kızın hallerini, artık ikametgah verilmesi yasaklanan muhtarın, tüm muhtarlarla Ankara'ya yürümesi bize keyifli saatler geçirtti... Hafta sonunu güzel bitirmek, haftaya keyifli başlamak için birebir. Anam ben reklamcı neyin mi? olaydım. Bu işi burada bedava yapıp duruyorum.


Bir eleştirmen dizi için şöyle demiş,

Bu dizi besbelli ki Avrupa Birliği’ni popüler kılmak için düşünülmüş. Ama ciddi bir stratejik iletişim ve konumlandırma hatası var bana göre.

Çünkü yeni bir toplumsal ve kültürel üst değeri halka benimsetmek için, daha işin başında komedi yolunu seçmek, AB-Türkiye gerçeğini, yeni oluşacak gerçeklikten uzaklaştırabilir, sulandırabilir diye düşünüyorum.

Ben de diyorum ki, e bizim Avrupa Birliği hikayemiz baştan aşağı komedi değilmi ki...

Bir de bu akşam yine TRT1 de Mor Menekşeler başlıyor unutmayın...

Beni benden alarak biten Sakın Kımıldama'nın ardından Venedikte 1000 güne başladım... Kitap Okuyan Kızın hediye kitap çekilişinde de vardı...Yok bana çıkmadı ayol hehhe...O çoktan sahibini buldu bile...Ha bu arada bu günkü yazıda son günlerde adından çokça söz edilen ve filmi de gelecek hafta vizyona girecek olan ''BİR GÜN'' var...Filmi izlemeden önce kitaba bir göz atmak isterseniz tık tık...

Bu gün genel temizlik günü, dışarıda bir güneş açan , bir yağmur yağan bir hava var...Bu gün pazarımızda var... Öle işte

9 Ekim 2011 Pazar

hayatın bu sabahında yağmur var İstanbul da

Sabah uyandığımda yağmur başlamıştı...Baktım herkes uyuyor usulcacık salona geçtim. Bir kaç bir şeyler karalayayım kitabıma devam edeceğim...


Önce yeşil çayımı aldım tabi...yıllardır yeşil çay yeşil çay diyorum ya buradan, dün okduğum bir araştırm yazısında, yeşil çayın metabolizmayı nasıl hızlandırdığı, enerji verdiği anlatılıyordu.Güne kahve yerine yeşil çay ile başlamak bana çok daha iyi geliyor. Sanki iç organlarım yıkanıyor gibi geliyor ...



Son okuduğum kitaptan söz etmek istiyorum...Margaret Mazzantini'nin yazdığı'' Sakın Kımıldama''.Çok hazin bir hikaye...Timo, İtalia, Angela, Elsa ...bu isimler aklınıza kazınıyor sanki...Ben ki sismleri aklımda tutamam... Hayatta yaptığımız seçimlerin yaşamımızı nasıl etkilediğini, ayrıkotlarının üstüne basıp geçerken onları nasıl farketmediğinizi...Bahçenizde olsa, söküp atmak istersiniz hani..Hayır diyemeyen birine tutulmak, sevmeden aşık olmak nasıl bir duygudur...

Kitap bir cerrahın çalıştığı hastaneye getirilen yaralının kendi kızı çıkmasıyla ve kızının ameliyattayken , ona bir hikaye anlatmaya başmasıyla başlıyor.İşte bundan sonrası tufan...Margaret Mazzantinin daha önce okuduğum kitabı '' Sen Gelmeden Önce'' de de aynı kanıya kapılmıştım. Detaylara çok önem veren bir yazar. Bir odayı anlattığında , sanki film izlermiş gibi oda gözümde canlanıyor. İtalia'yı tarif ederken mesela önümde yürüyor sandım. O ince bacakları, beyaz teni, dizinden aşağılara sarkan kırkyama çantası...Ben bu yazarın adını unutmayın diyorum...Margaret Mazzantini hayatınızın kitabının yazarı olabilir bir gün...Kitap filme se alınmış ve Penolope Curise oynamış. Bu filmi hemen bulmalıyım...

Kitaptan bir kaç cümle size...Bakın bunu her zaman yapmam:)

* Yerde üzerinde tehlikeli çöpler yazan bir kutu var, içimdeki insanı alıyorum ve onun içine atıyorum.

* Angela, neden hayat bu kadar aza indirgeniyor? İyilik nerede? Annemin yüreğinin sesi nerede? Sevdiğim tüm yüreklerin sesi nerede? Bir sepet ver kızım, şu anaokuluna götürdüğün sepeti. İçine, karanlıktaki ateş böcekleri gibi, hayatımdan geçen parıltıları koymak istiyorum...

Yağmur hala devam ediyor. Sanırım bu haftayı yağmurlu geçirecekmişiz. İnsan dünkü havaya bakınca bu güne inanamıyor. Dün Gamse ile cumartesi için yaptığımız hiç bir programa uymadık. Hava güzeldi, seçtiğimiz filmler aman aman değildi...Çok istediğim film gelecek haftanın programındaydı...Evet kitabını okumadım bu kez filmini izleyeceğim ''Bir Gün'' önümüzdeki hafta vizyona giriyor... Sinemadan vaz geçince Üsküdar'a indik. Baktık balık pazarında herkes balık tezgahlarının başında... Hadi akşama bira balık programı yapalım dedik...Biz küçük , çıtır çıtır kızaran balıkları sevdiğimiz için balıkçıların istavrit diye sattığı kraçalardan ve mezgit aldık. Bu kraçalar şu an çok lezzetli zaten beş on güne bulunmaz artık...Onlar her zamanki gibi mısır ununa bulanıp tavaya zıpladılar ama mezgit ama mezgit o Babamın usulünde pişti. Önce unlanıp, sonra çırpılmış yumurtaya batırılıp tavada altlı üstlü aynı omlet gibi kızartılıp, bol limon eşliğinde yendiler... Mezgitler henüz küçükken, bir kez bile olsa denemenizi öneririm..

Bu yağmurlu pazar sabahına kahvaltı önerim, yumurtalı ekmek kızartması yanında incir reçeli ...MFÖ dem bu sabah yağmur var İstanbul'dayı da açın alttan alttan usul usul çalsın...Çayınızı da şöyle sağlamca demleyin...Kahvaltıdan sonraki keyif çayınıza yasemin atın...e her evde yasemin bulunmaz dimi, o zaman koku verecek bir limon kabuğu , tarçın çubuğu, ne bileyim bir karanfil tanesi atın...Özellikle karanfili tavsiye ederim...Hala hiçbiri yoksa , lütfen önümüzdeki pazar günü için tedarikli olunuz:))

İyi pazarlar...

7 Ekim 2011 Cuma

hafta sonu gelmeden planları gelir(Anne kurabiyesi tarifi ile yeniden düzenlendi)

Hafta sonu geldi nihayet, bana ne oluyorsa artık:)) kızların gazına geldim herhalde...Onlar haftasonu hafta sonu dedikçe bana da bir heves geliyor:))

Naziş bu akşam arkadaşlarıyla geziye gidiyor. Pek kıskandık kendini ama bizim yapacağımız bir şey değil , o bizim evin en cesuru... Geldiğinde inşallah resimleriyle anlatırız ...O hafta sonu olmayınca, Gamsegamse arkadaşlarıyla olan programını iptal edince yarın için kendimize full program düşündük ama içinde sinema mutlaka var... Ben bu gün filmlerin fragmanlarına bakarak bir şey seçmeye çalıştım. Gamse hafif ve eğlenceli bir şey olsun dedi ve Julian Moore'nin bir filminde karar kıldık. Tek belli olan şey bu şimdilik.

Pazar günü İstanbul gökgürültülü ve sağanak yağışlı olacakmış. Biz buna da sevindik. Pizza, kitap, film, pencereden yağmur izleme, Yağmurun camlarda bıraktığı izlerden fal bakma...Gamse'nin yeni aldığı ve bir türlü kullanma fırsatı bulamadığı baykuşlu şemsiyeyi kullanma fırsatı, kocamın pencereden bakıp sürekli tekrarladığı kış geldi sözü, Üstü fındıklı anne kurabiyesi, tarçınlı çay, zencefilli limonlu çay,gerçek , has, sonuna kadar çay olan çay, Türk kahvesi, karamelli kahve,köfte, patates, zeytinyağlı barbunya, Bodrum mandalinalı, bergamutlu yeşil çay, fesleğenli makarna ...Ezo gelin çorba, diz üstü polar battaniyeler........

Hafta sonu kitap tavsiyesi... Sakın Kımıldama...Margaret Mazzantini...

Güzel olsun hafta sonunuz...


he bi de, Kirpinin Zarafeti ve Gurmenin Son Yemeğini sizler için yorumladım Kitap okuyan kız da öhö öhömm

Anne kurabiyesi

Asmira, anne kurabiyesinin tarifini istemiş...
125 gr..tereyağ ya da margarin ben tereyağ tercih ederim.Bir çay bardağı yoğurt. İki yumurta , birinin beyazı ayrılacak, bir su bardağı şeker, alabildiğince un, vanilya ve kabartma tozu( annem bir çay kaşığı karbonat koyardı) Hepsi birlikte yoğrulup , istenildiği büyüklükte parçalar koparıp koparıp elde yuvarlanıp, çırpılmış yumurta akına batırılıp tepsiye dizilecek. Üstlerine birer fındık batırılacak:)) Ben bu fındikları kurabiyelerin üstünden toplar toplar yerdim. geriye tepeleri oyuk kurabiyeler kalırdı.Annem fıtık olurdu... Sonra bunlar kocaman bakır tencerelere doldurulur. Okuldan gelen her eline birer tane alıp sokağa fırlardı...

perşembe

Bu gün İstanbul'un işgalden kurtuluş günü olduğu için okullar tatildi ve kızlar evdeydi. Kurtuluş gününü fetih günü olarak karıştıranlarda facebook ve twetter de baya bi hoşluk ve boşluk yarattılar:))

Hava çok güzeldi ama Naziş yarın akşam hafta sonu gezisine gittiği için Gamse kendini çok yorgun hissettiği için ve de Zuz'da kızlar madem evde hadi ben de geleyim dediği için evcek evdeydik. Tabi bu ev hallerinin bir ucu bana dokunur hep. Dün akşam Kanuni ve Hürrem'i izlerken sardığım koca bir tencere zeytinyağlı yaprak dolma , fındık fıstık gibi çerez niyetine gitti... Tavuk göğsünün çikolatalısı mı ? olur diyen Zuz, durmadan hadi tatlı yiyelim dedi... Yoğurtlu kırmızı ve yeşil biber kızartmalarım makarna yanında götürüldü ve bulaşık makinesi haldır haldır çalıştı...Şimdi Zuz evine gitti, kızlar yattı, koca yine buldu bir tartışma programı ben de tarçın çayı yaptım bu kez kendime artık akşam saatlerinde çay ve kahve içmiyorum.

Bu yazıyı yazdıktan sonra yeni bir kitaba başlıyorum. Sakın Kımıldama adı...Margaret Mazzantini'ye ait... Daha önce Sen Dünyaya Gelmeden adlı kitabından burada çokça söz etmiştim. Bu kitap filme de alınmış. Önce kitabını okuyayım sonra filmi araştırayım bulayım ve bir film bir kitap şenliği yapalım... Ha bu arada Kitap Okuyan Kız da yeni yazım yayında... Daha önceki yazımda beni yalnız bırakmadınız çok sevindirdiniz çok teşekkür ederim.

6 Ekim 2011 Perşembe

5 Ekim 2011 Çarşamba

sonbaharla

Dışarı çıktığımızda ne tarafa yürüyeceğimize karar veremedik. Sonra bu gün Kuzguncuk pazarı olduğu aklıma geldi...Önce Kuzguncuk'a indik... Herzaman ki yerimizde oturup çaylarımızı içtik, denize ve karşı kıyılara karşı sonra yalılar boyu yürüyüp, korudan yukarıya çıktık...

Bu gün koruya sonbahar daha bi gelmişti... At kestaneleri yerlere dökülmüş, sararan yapraklar havada uçuşuyordu ve güneş ışıkları ancak bu kadar süzülebiliyordu , ağaç dalları arasından...

Burada 1529.resmimi çektirmekten hiç mi hiç sakınmadım kendimi:))















Bizim mahallenin turşucusu...Burası yazın dondurmacı kışın turşucu olur. Kışın geldiğini mahalleli ilk ondan anlar... Vitrini aynen bir mücevherci dükkanı vitrini gibi olur.Bazı turşular sadece dekor amaçlı mesela ananas turşusu gibi.


Pazar çiçek bahçesi gibiydi hatta kırmızı acı biber saksılarını uzaktan çiçek saksısı sandım..










Allttaki resimlerdekiler, kelekler ve kuşburnu.Kelek dediğimiz şey; ham kavun... Niksar'da bunun içini oyup, içini havuç, yeşil biber ve kırmızı biber, maydonoz, kereviz sapından salata yapar içine doldurup, kapağını da kapatıp turşu kurarlar. Kapak oymak için üstten kestiğiniz kısımdan yapılır.Turşu çıkaracağınız zaman bir tane kelek alıp dilimlersiniz. O ne muhteşem tattır o ne muhteşem görüntüdür. Ay ağzım sulandı...

Gördüğünüz o kırmızı meyveler ise... Yaban güllerinin taç yaprakları döküldükten sonra geriye kalan kısmı... Yani kuş burnu... Marmelatı ve bildiğiniz çay yapılan yani. Ama marmelatını yapılırken gördüm bir kaç kez... O ne meşakkatlı bir şey anlatılmaz , yapılırken görülür ve asla denemeye cesaret edilmez. Pişirilir, şekeri katılmadam önce binbir elekten geçer. Sık elek , seyrek elek derlerdi. En son koca koca kazanlarda marmelat haline gelmesi için kaynatılır. Saatlerce kaynar. Karıştıra karıştıra. Ama en sonu şenliktir. Marmelat boşaltılır. Sonra çocuklar kazanın başına geçerler ellerinde kaşıklarla.. Buna tava dibi şenliği denir. Kalan ateşe patatesler, patlıcanlar, biberler atlır , közlenir... Aman Allahım, bizi de çağırırdı gözümün nuru Suzan
Ablacım....Közlenen sebzeleri alır koşa koşa evine çıkardık akşam yemeğine... O gitti gideli bu şenlik de gitti bitti... Sadece anıları kaldı...

Yorgan hikayesi

Dün gece annemin çeyizime koyduğu kadife yorgana sarınınca , işte sadece sarınınca kısmını hatırlıyorum. O nasıl bir uykuydu...Gözümü açtığımda saat 10.30 du...Yazıyla on buçuk. Kadifesi ben küçükken Suriye'den mi ne gelmiş.Annem onu bizim Fındıkzade de ki evin karşısındaki yorgancıya diktirmişti. Yün, üstüne de bir sıra pamuk serdirdim diye anlatırdı... E ben oturup yorgan kaplayamayacağıma, kocamda yatılı okuldan beri nevresimden nefret ettiğini söylediği için, ilikli düğmeli olarak hazırlandı ve bu yorgan kaplarının kenarlarına her yorganın kendi renginde piko yapıldı... Şimdi benim kızlar bu yorganlara tarihi eser diyorlar:))Ya , yorgan demişken, geçen yıl buradan Amerikan Yorganı adlı filmi bulamadım da bulamadım diye tırım tırım ettim. Sonunda Zuz bu filmi bana buldu buldurdu. Ama ben hala izlemedim iyi mi?.Bu gün izlesem diyorum zeytinyağlı yaprak dolma sararken iyi gider...

Dünkü yazıma gelen yorum da , adsız bir okuyucu ( keşke adınızı yazsanız) şeftali reçelini nasıl yaptığımı sormuş.Ben tüm reçellerimi aynı metotla yaparım aslında...İki kilo şeftaliyi soyup , dilimledim... Üstüne iki kilo şeker koydum , tencerenin ağzını kapattım.. Sulanınca , önce biraz yüksek ateşte sonra kısıkta pişirdim. Reçelin üstü göz göz olunca ya da meyveler dağılıp yumuşayınca pişmiş oluyor ama ara ara kontrol ettim. Mesela bir tabağa aldım hafif soğumasını bekledim. Bir kaşığın tersiyle ya da parmağımla ortasından bir çizgi çektim. Çizgi hemen birleşmezse reçel olmuştur. Limon tuzu attım bir çay kaığı kadar ve iki dk sonra kapatım.Soğumadan kavanozlara koydum ağzını kapattım ki konserve gibi dayanıklı olsunlar.Az şekerli reçel sevenler için bu birebir ölçü iyi geliyor. Daha kıvamlı olmasını isteyenler bire bir buçuk ölçü kullanırlar.Ha bir de ayva ve şeftali reçeli pişirirken içine bir iki tane çekirdeğinden atarım. Bir zamanlar bir yerde okumuştum. Sanırım rengini güzelleştiriyormuş...

Çok güzel bir sonbahar havası var dışarda , kaçırmamalıyım...Güzergah belli değil, evden bir çıkalım...Ama denize doğru olacağı kesinnn...

4 Ekim 2011 Salı

söyleyeceklerim vardı

Sabah kahvemi içtikten sonra zihnim açıldı, kalktım şeftali reçeli yaptım. Üç kavanoz reçelimiz oldu. Bunu bir kavanozu Zuz'un...Sonra kahvaltımı yaptım , zihnim daha bir açıldı saçlarımın boya işini de hallettim. renk falan değişmesi sadece doğal seleksiyon olayı...

Öğleden sonra çaya görümceme gittim. Nihayet tatili bitti , ay özlemişim yav... Hem çayımızı içtik. Hem derelerden geçtik, tepeleri aştık.Atlıyı indirdik , yayayı bindirdik... Sohbetle tabi... Konuşacak ne çok şey birikmiş...Eve gelince de sezonun ilk kıymalı karnabaharını pişirdim. Senede üç kez pişiririm zaten. İlki pişti:)

Bu akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki gecesi. Dengesiz ben, her izlemeden sonra neden izlediğim konusunda kendimi sorgular, bir daha izlemeyeceğimi beyan eder,sonraki; salı akşamı da hadi yemeğinizi çabuk yeyin dizim başlayacak derim. Bu dengesizlik nereye kadar bakalım.

İzlediğim filmlerin, okuduğum kitapların sonunu söyleyesim var da Zuz kızıyo...

Burada ilk kez kendimle ilgili bir duyuru yapıyorum... Kitap Okuyan Kız da konuk yazar olarak var olacağım bundan sonra... Bu gün ilk yazım yayınlandı bile... Burada , kitaptan söz etsem yazarından söz etmiyorum,ya da konu içinde geçiştiriyorum. Orada bir kitabı , yazarına, kapağına, basıldığı yere kadar ıcığından cıcığından söz edeyim diyorum. İlk yazım Murakami hakkında. Murakami'nin lahana dolması ile olan ilişkisini ya da yazmaya nasıl başladığını biliyormuydunuz... Ben sizin için araştırdım hatta taraştırdım ve bunları buldum. Umarım buradaki birlikteliğimiz orada da devam eder... Buraya bir tık ile işte Kitap Okuyan Kızdayız...

lezzetin peşinde


Çılgın hafta sonunun ardından çılgın bir iş günü geldi. Evde yapılan genel temizliğin ardından yıkanan çamaşırlar asıldı. Keyifle mis gibi evin karşısına geçip hah şimdi kahve vakti derken, Naziş telefon açıp- Anneee, yarın akşam okulda parti yapacağız, patatesli börek yaparmısın dedi. Tam bir tepsi börek yapmış, fırına sürecekken , eve gelen Gamse- hiç anlamam ben bundan yerim deyince iş büyüdü ve tam üç tepsi börek yaptım, pişirdim derken akşam yemeği saati geldi.

Yemekten sonra hemen ama hemen kaçtım kendi odama ve Gurmenin Son Yemeğini okumaya başladım.İyiki de karnım tok okumuşum.Aynı zamanda felsefeci olan yazar bizi basit lezzetlerin ardından düşünsel derinliklere atıyor.Muriel Barbery bu romanını Kirpinin Zerafetinden önce yazmış.Renee'ye rastlayınca anlıyorsunuz zaten...Fransa'nın en ünlü gurmesi, tanrıcılık oynamayı bırakıp bu kez ölüm döşeğinde, ağzında kalacak son lezzetin peşinde varoluşculuğun sınırlarında geziniyor.Size tavisyem bu güzel romanı okuyun ama aç karnına okumayın...Kitapta bizim lokmaya da rastlamak çok keyifli oldu...

Bu günün programı hakkında hiç bir fikrim yok. Dünden sonra yatıp yuvarlanıp, filmdir , kitaptır, kahvedir, çaydır takılabilirim. Ya da bir görümce ziyareti yapabilirim. Saçlarımın revizyondan geçemsi gerekiyor ona bir el atılabilir. Valla bilmiyorum artık ne gele gele

2 Ekim 2011 Pazar

EKİM

Ekim ayı hızlı ve güzel başladı...Umarım hepimiz içinde böyle olur...
Ekim ayına girdiğimiz ilk saatlerde buradaydık...Ebrucuk, Zeya ve Ben... Beylerbeyi İskeleye açılan küçük sokaklardan birinde...Evinizin oturma odası rahatlığında ve dekorunda...


,
Aynalı Kahveyi keşfimizden çok memnun olduk. Yemeğimizi de , burada yeseydik keşke dedik . Karanfilli çay, kahve ve adaçayı ile devam ettik burada, gecenin yeme içme kısmına...Biz Aynalı Kahvenin müdavimi oluruz da siz de yolunuz düşerse tavsiyemdir...Zeya 1 Ekim oldu demese saatin farkında değildik. Farkında olduk da ne oldu bir saat daha oturduk:))

Cumartesi gününün programı, Cadde de Palmodoro da idi... Dilber ve yakışıklı oğlu Can ile buluştuk. Annesi benim çocukluk arkadaşım, Babası ise Kocamın sınıf arkadaşı. Tesadüfün böylesi olur mu? demeyin , oluyor işte... O şimdi bir anne ama ,Dilber'i ilk gördüğümde şimdi kendi çocuğunun yaşından bile küçüktü... Hep anlatırım, bir gün Tekmil'e gitmiştim, bir ara oturduğumuz yerden dışarıya çıktığımda mkulağıma ud sesi geldi. Allah Allah Tekmil de içerde dedim , kapıyı araladım ki; Dilber annesinin udunu almış, öyle de dalmış ki, bir de güzel çalıyordu...Ben oracık da , kapının önünde ağlamamak için kendimi zor tuttum. İçeri gittiğimde ne oldu diyor insanlar, diyemiyorum ki, Dilber ud çalıyordu beni böyle yaptı...Palmodoroda açık hava da oturduk. Sohbet kahve ile başlayıp, öğle yemeği ile devam edip, akşam çayı ile bitti...Artık siz düşünün bizim sohbetimizin derinliğini, güzelliğini... Bir Can'ımız daha oldu bu arada... Nasıl efendi, nasıl yakışıklı... Bir büyük adam gibi eşlik etti bize Can...Şimdi sıra ekim ayının ilk filminde...Bu gün Capitol sinemalarında izledik...Midnight in Paris...
Bu filmi sinemada izlemelisiniz...,Günün yavaş yavaş akşama sonra Paris sokaklarına gecenin inmesini mutlaka ama mutlaka perdede izlemelisiniz. Canınız bi yağmurda ıslanmak isteyecek, adım adım , sokak Paris'i gezeceksiniz. Bu filmde sizi bekleyen sürprizleri saymakla bitiremem... Özellikle Düşlerin Rengi Zeynep, Baykuş Gözüyle Nathalie...bu film sizin için yapılmış diyebilirim...Ressamlar resmi geçidi var...Sonra biz kitap severlerin karşısına çıkan Heminway, Scott ve Zelda Fitzgerald... Sahi o kadar yakışıklı ve çapkınmıydı Hemingway... Bu filmi izlemezseniz küserim hatta bi daha da konuşmam kategorisine koydum...Filmin bir başka özelliği de Gamsegamse'nin yıllardır masa üstü resmi olan Van Gogh tablosunun, film afişinde Paris sokaklarına yansımış olmasıydı..

Bunlar da Ekim ayı kitaplarım... Mavi Köpeğin Gözleri2ni dün gece okudum... Marquez'in ilk gençlik çağı öyküleri... Baş kişisi ölüm ve şiddet olan öyküler... Güzelim haftasonum için yanlış bir seçimdi....





Ve ekim ayının ilk pazarının akşam yemeğinden bir kuple:)) eve geç kalınca yemeği bunun bir diğer adı... Hamuru özel... Babam özel olarak yaptırıp getiriyor... Kare küçük hamurlar, erişte gibi hazırlanıyor fakat bunun hamurunda yumurta yok... Makarna gibi açılıp
, küçük kareler halinde kesilip kurutuluyor. Hamurlu çorbalarda kullanıyorum. Bir de böyle haşlanıp , süZülüp, sarımsaklı yoğurtla karıştırılıp.Üzerine tereyağda kavrulmuş, kırımızı biberli ve naneli kıyma dökülüp servis ediliyor. Naziş'in en sevdiği yemektir. Mantının bir değişik versiyonu gibi düşünün işte...

Bu haftasonunun özeti buydu.. . Şu an da yeni haftaya başlayalı 40 dk oldu... Herkese , hepimize iyi bir hafta olsun....