Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

9 Haziran 2015 Salı

Nefes almak gibidir yaşamak

Seçimleri de bitirdik çok şükür... Bizleri nelerin beklediğini biliyoruz da artık heyecan olsun diye mi bilmezlikten geliyoruz bilinmez...Benim gibi 1. Ve 2. MC dönemini yaşayanlar koalisyona her ne kadar temkinli baksa da ufukta başka bir seçenek ihtiimali görünmüyor....umarım varılan sonuç hepimiz için hayırlı olur... Artık bu milletin nefes almaya ihtiyacı var 

Nefes demişken hemen bu karamsar havadan sıyrılıp sizi hemennn başka bir yere bağlıyorum :)
 Bugün, Tavsiye evinde, nefes koçu Güzin Ervardar'ın konuk olduğu bir etkinliğe katıldım... 


Etkinliğin ilk yarısında, nefes alma üzerine sohbet ettik... 
Güzin Ervardar, nasıl nefes alıyorsak öyle yaşıyoruz dedi...aldığımız nefesin vücudumuzun tüm organlarına dağılması gerektiğini, nefesimizin gitmediği, ulaşamadığı organlarımızın hasta olduğunu söyledi...bu konuda karşılıklı bir saat kadar sohbet ettik... Daha sonra hepimiz tek tek sırayla kanepeye yattık,gözlerimizi kapattık ve koçumuz Güzin hanım eliyle karnımıza, göğsümüze, omuzlarımıza  falan dokunarak hatta bastırarak nefesimizi kontrol etti... Çıkan sonuçlar şaşırtıcı biçimde karakter analizi gibiydi...mesela birine çok mu fedakarsınız dedi. O da evet nereden anladınız deyince az nefes alıp dışarıya çok veriyorsunuz dedi...duraklayarak nefes alan birine, böyle erteleye erteleye nefes almanız hayatta bir çok şeyi ertelediğinizi gösteriyor dedi..şimdi sana ne dedi diyorsunuz di mi ?   :) Ben, nefesimi dışarıya üfleyerek veriyormuşum bu da çevremde kızdığım insanların olduğunu gösteriyormuş... Ayol olmaz mı ?  :) bi dolu hem de...

Şimdiii gelelim ne okuyorum bu günlerde... e- kitap olarak Kira Kiralina devam ediyor ama basılı kitap olarak peşpeşe okunması gereken iki kitap okudum... Fethiye Çetin'in yazdığı "Anneannem" ve aslında kollektif bir kitap olan "Torunlar"...
 Fethiye Çetin'in anneannesinin anıları ve kendisinin onunla ilgili anılarını yazdığı bir kitap... Yazar anneannesinin Ermeni olduğunu, anneannesinin ölümüne yakın öğreniyor...O gitsin bir daha gelmesin, bir daha yaşanmasın denilen yıllarda, Ermeni ailelerin, Türkler tarafından saklanan,büyütülen çocuklarından biri bu anneanne... Asıl adı Heranuş ama Seher'e çevrilmiş... Dilini, dinini, adını yitirmiş ailesiyle birlikte... Kitapta beni en çok etkileyen bölüm, Fethiye Çetin, anneannesini araştırırken kendisi gibi anneannesi Ermeni olan bir sahafla tanışıyor... Sahaf anneanneyi hatırladığını hatta kendi anneannesiyle onun yaşadığı köye gittiklerini... O köyde, kendi köylerinden sekiz Ermeni kız olduğunu, onları tek tek ziyaret ettiklerini ama her evde hep aynı tür çöreğin ikram edilmesine kendinin kızdığını ama anneannesinin her seferinde çok keyifle yemesini anlamlandıramadığımı anlatıyor... Sonradan anlamışki, kendi aralarında sessizce Paskalyayı kutluyorlar... Bu bölümde göz yaşlarım sel oldu aktı....


Torunlar ise Anneannem kitabından sonra Fethiye Çetin ile aynı durumu yaşayanların ona ulaşmaları ve hikayelerini anlatmalarıyla ortaya çıkmış...

Kitabın Ordu bölümünü yazan Berke Baş, anlattıklarını HUSH adlı belgesel bir film yapmıştı.. Kendisi kızımın öğrencilerinden birinin annesi olup benim de anlattığı mahallede büyüyüp o insanlarla komşu olduğumuzu öğrenince filmi bana göndermişti...Yani o bölümdeki herkesi tanıyorum...O yüzden bemim için çok daha özel bir kitap oldu...

İşte böle böle