Neredeyse öğle olmuş... Ev; hafta sonundan kalma... ama sanki hala uykum var gibi...huzursuz bir gece geçirdim bölük pörçük... yattım kalktım... her seferinde Kocam nereye diye sordu, ayol nere gitcem acaba...midem ağrıdı... gaviscon içtim falan filan...okuyamadım , biraz tv izleyeyim uykum gelir belki dedim , izleyecek bir şey bulamadım....Kar yağıyor mu? diye baktım, yağmur yağıyor mu? diye baktım.Sabah oldu kalktım o kadar.
en iyisi kafam yerine gelene kadar bu şarkıyı dinlemek
Lalenin Bahçesi
Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...
13 Aralık 2010 Pazartesi
11 Aralık 2010 Cumartesi
cumartesi panayırı
Ben sabah kaaar diye bağırdığımda Kızlar karın içine dalmışlardı bile ... Aynı anda Kocam da bana sürpriz yapmaya geliyormuş...nasıl gördün hemen dedi, perdeler bile henüz açılmamışken... Tıp tıp cama vura vura beni izlediğim filmden koparmıştı ben de kalkıp bakmıştım çünkü:)))
Kızların gidişinden iki saat kadar falan sonra Biz de yani Cancan ve Annesi ile birlikte yola çıktık..Kızların okulunda “Weihnachtsbasar / Yeni Yıl Panayırı vardı... Okulun olduğu yere yakınlaşırken bir kar fırtınası ile karşılaştık... Cancan kaa kaa oynayacam , inelim diye avaz avaz bağırmaya başladı... Cancan bu otoban motoban dinler mi? koltuğumu arkadan tekmeleye tekmeleye bi hal oldu... Güzel güzel alışverişler yaptık, Naziş ve Gamsegamse'nin öğrencileri ve velileriyle, öğretmen arkadaşlarıyla tanıştık... İltifatlar aldık...övgüler duyduk...Gururlandık... .yedik içtik...özellikle sıcak şarap ve yanında ikram edilen kurabiyeler çok güzeldi... Tombalada en karlı benim çıktığım söylendi:)) Cancan Ablalarının görevli olduğu atölyelerdeki etkinlik çalışmalarına katıldı... Bütün kurabiye statntlarından birer kurabiye aldı bize arkasından boncukla ödeme yapmak kaldı... Girişte boncuk satın alıyorsunuz , sonra artık para geçmiyor... bu ne kadar diye soruyorsunuz üç boncuk diyorlar mesela... yine mesela ben 5 boncuğa cam üstüne , taş işlemeli bir çay takımı aldım... pek bi oryantal bişi... böle görümcelerim filan geldiğinde çıkarırım artık:)) Elde edilen kazanç aynı semtteki; kardeş okula olduğu gibi aktarılıyor...



Eve gelirken yine kar boran bizim tarafa geldik ki kar sadece atıştırıyor ama kuvvetli bir rüzgar vardı... Eve girer girmez ilk iş çayı koyduk...
Bu arada sabah bir film izledim çoktandır cd ktusundan el edip duruyordu ... Çok hoş bir kapağı var daha bu sabah dikaktimi çekti..Resimde gördüğünüz ağaç da filmde baş rol oyuncusu...
.

Bryce ve Julie ikinci sınıfta tanışmıştır. Küçük Juli, Bryce’ın hayatına girmesi ile ilk aşkını da tatmış olur. Ancak durum Bryce için aynı değildir. Kızlardan korkan, utangaç ve sıkılgan Bryce, her ne kadar Juli’yi kaybetmek istemese de, kızın ısrarı ve “hayır” cevabını kabul etmemesi canını sıkmaktadır.
Aradan geçen altı yıl boyunca Juli ve Bryce için işler daha da zorlaşır. Karşı evlerde oturan ve aynı okula devam eden Juli ve Bryce artık ergenlik çağına girmişlerdir. Zaman zaman birbirlerinden uzaklaşsalar da, aralarında hala bir bağ vardır.
10 Aralık 2010 Cuma
sabah sabah vır vır vır dır dır dır
Gitmek zorlaştığında zorluklar gitmelidir... dünkü filmimin cümlesiydi....Esay Virtue... Türkçe adıyla Evlilik Sınavının yani...Bu filmi bulmanızı ve mutlaka izlemenizi istiyorum...Bir tango sahnesi var işte bu kaçmaz...kaçmamalı
Sabah uyandığımızda rüzgar ağaçları yere eğiyordu ve yağmurda elinden geleni ardına koymuyordu... Kızlara böyle giderse gidemezsiniz dedim... onlar da bana tuhaf tuhaf bakıp nası yani dediler:)) Kocam Gamse'ye servise kadar şemsiye tuttu ve sımcak simitlerle geldi...Gamsenin servisinin kalktığı yerde bir fırın var, sadece simit ve kurabiye fırını... şu modern Komşu Fırın'lardan falan değil ha... bildik eski fırınlardan, sahibi de eski tip zaten:))) Bir gün dedim ki - dünkü simit çok tuzluydu- aaaa, bu gün biri daha söyledi bunu dedi... Neyse işte sabahın altısında çayım beyaz peynirim ve simitimle En Son Babalar Duyarı izleyerek kahvaltı yaptık... Sonra ben kahvemi alıp film izlemeye çekildim Koca da haberleri izlemeye koyuldu.Ben internetten son haberleri sürekli izlediğim için , ne dese biliyorum dememe çok gıcık...
Bu günün filmi ise Catherine Zeta-Jones, Aaron Eckhart filmi ;ben ikinci kez zevkle hatta hiç izlememiş gibi zevkle izledim... Bu yağmurlu güne , dışardaki rüzgara ve kahveme çok yakıştı...
Hadi bu filminde cümlesini verelim:)
Keşke hayatın da yemek gibi bir tarifi olsaydı...En iyi tarif de kendi kendine hazırladığın tarifmiş...

Baş aşçı Kate Armstrong (CATHERINE ZETA-JONES) hayatını, Manhattan’daki 22 Bleecker Restaurant’ı yönettiği gibi yönetmektedir: Çevresindeki herkesi hem etkileyen hem ürküten hata kabul etmez bir yoğunlukla. Kate çılgın tempolu her öğünde nefes kesici bir ustalıkla tüm gücünü ortaya koyarak, yüzlerce yemeği koordine eder, leziz soslar hazırlar, her bir yemeği mutlak bir mükemmellikle pişirir ve süsler. Perde arkasında daha rahat olan Kate mutfağının güvenli ortamından sadece kendisine mâl olmuş bir yemekle ilgili iltifatları kabul etmek, ya da nadiren, onun tekniğini sorgulamaya cüret eden bir müşteriyle kapışmak için çıkar. Kate, işten sonra, çoğu akşam gece yarısı bile olmadan yatar ve şafakla birlikte kalkarak o günün taze yemeklerinde kullanılacak balıklar için rakiplerini alt etmek üzere balık pazarına gider. Kate’in mükemmeliyetçi mizacı, ekibine katılan, neşeli ve vurdumduymaz yeni aşçı yardımcısı Nick Palmer (AARON ECKHART) tarafından sınanacaktır. Mutfakların yeni yükselen yıldızlarından biri olan Nick çalışırken opera dinlemeyi ve etrafındakileri güldürmeyi tercih etmektedir. Gerek hayata gerek mutfağa gelişigüzel yaklaşımı Kate’inkinden daha farklı olamaz; ama yine de aralarındaki elektrik yadsınamaz ölçüdedir… tabi granit tezgahtan aşağı sallanan çatalların çıkardığı sesleri andıran uyuşmazlıkları da öyle. Kısa süre önce hiç beklenmedik bir şekilde hayatına giren 9 yaşındaki yeğeni Zoe’yle (ABIGAIL BRESLIN) başa çıkmak zorunda oluşu evdeki dengesini de alt üst etmiş olmasa, işteki bu çalkantıyla başa çıkmak Kate için daha kolay olabilirdi. Parlak ve algıları güçlü bir kız olan, balık kroketi kaz ciğerine tercih eden Zoe doğal olarak Kate’in günlük yaşantısını sekteye uğratmaktadır, ama Kate nasıl yapacağını bulur bulmaz onu evinde gibi hissettirmeye kararlıdır.
Sabah uyandığımızda rüzgar ağaçları yere eğiyordu ve yağmurda elinden geleni ardına koymuyordu... Kızlara böyle giderse gidemezsiniz dedim... onlar da bana tuhaf tuhaf bakıp nası yani dediler:)) Kocam Gamse'ye servise kadar şemsiye tuttu ve sımcak simitlerle geldi...Gamsenin servisinin kalktığı yerde bir fırın var, sadece simit ve kurabiye fırını... şu modern Komşu Fırın'lardan falan değil ha... bildik eski fırınlardan, sahibi de eski tip zaten:))) Bir gün dedim ki - dünkü simit çok tuzluydu- aaaa, bu gün biri daha söyledi bunu dedi... Neyse işte sabahın altısında çayım beyaz peynirim ve simitimle En Son Babalar Duyarı izleyerek kahvaltı yaptık... Sonra ben kahvemi alıp film izlemeye çekildim Koca da haberleri izlemeye koyuldu.Ben internetten son haberleri sürekli izlediğim için , ne dese biliyorum dememe çok gıcık...

Bu günün filmi ise Catherine Zeta-Jones, Aaron Eckhart filmi ;ben ikinci kez zevkle hatta hiç izlememiş gibi zevkle izledim... Bu yağmurlu güne , dışardaki rüzgara ve kahveme çok yakıştı...
Hadi bu filminde cümlesini verelim:)
Keşke hayatın da yemek gibi bir tarifi olsaydı...En iyi tarif de kendi kendine hazırladığın tarifmiş...

Baş aşçı Kate Armstrong (CATHERINE ZETA-JONES) hayatını, Manhattan’daki 22 Bleecker Restaurant’ı yönettiği gibi yönetmektedir: Çevresindeki herkesi hem etkileyen hem ürküten hata kabul etmez bir yoğunlukla. Kate çılgın tempolu her öğünde nefes kesici bir ustalıkla tüm gücünü ortaya koyarak, yüzlerce yemeği koordine eder, leziz soslar hazırlar, her bir yemeği mutlak bir mükemmellikle pişirir ve süsler. Perde arkasında daha rahat olan Kate mutfağının güvenli ortamından sadece kendisine mâl olmuş bir yemekle ilgili iltifatları kabul etmek, ya da nadiren, onun tekniğini sorgulamaya cüret eden bir müşteriyle kapışmak için çıkar. Kate, işten sonra, çoğu akşam gece yarısı bile olmadan yatar ve şafakla birlikte kalkarak o günün taze yemeklerinde kullanılacak balıklar için rakiplerini alt etmek üzere balık pazarına gider. Kate’in mükemmeliyetçi mizacı, ekibine katılan, neşeli ve vurdumduymaz yeni aşçı yardımcısı Nick Palmer (AARON ECKHART) tarafından sınanacaktır. Mutfakların yeni yükselen yıldızlarından biri olan Nick çalışırken opera dinlemeyi ve etrafındakileri güldürmeyi tercih etmektedir. Gerek hayata gerek mutfağa gelişigüzel yaklaşımı Kate’inkinden daha farklı olamaz; ama yine de aralarındaki elektrik yadsınamaz ölçüdedir… tabi granit tezgahtan aşağı sallanan çatalların çıkardığı sesleri andıran uyuşmazlıkları da öyle. Kısa süre önce hiç beklenmedik bir şekilde hayatına giren 9 yaşındaki yeğeni Zoe’yle (ABIGAIL BRESLIN) başa çıkmak zorunda oluşu evdeki dengesini de alt üst etmiş olmasa, işteki bu çalkantıyla başa çıkmak Kate için daha kolay olabilirdi. Parlak ve algıları güçlü bir kız olan, balık kroketi kaz ciğerine tercih eden Zoe doğal olarak Kate’in günlük yaşantısını sekteye uğratmaktadır, ama Kate nasıl yapacağını bulur bulmaz onu evinde gibi hissettirmeye kararlıdır.
9 Aralık 2010 Perşembe
Bir film ve aynı kitaba devam
Bu gün sabah kahvesinin yanında çok keyifli bir film izledim... Şen şakrak bir romantik komedi... Baş rollerden birinde Britney John's un Günlüğündeki; hepimizin tarafını tuutuğu Mark var:)) Çok keyifli bir film olduğu kadar güzel manzaralarda var...Yani benim tavsiye edebileceğim filmler arasında...Film...Esay Virtue... Türkçe adıyla Evlilik Sınavı.. Film 1920 ler Amerika'sında geçiyor... Okuduğum kitap Keyif Evi ise 1890 lar Amerika'sında... bu yakın tarihli kitap ve film sanki birbirini tamamladı... Kitabımdan çok keyif alıyorum. Çok eskilere o klasik romanlara okuduğumuz yıllara götürüyor beni... Jane Austen... Balzac...Emily Bronte... Emil Zola' lı günlere

Bu gün Cancan'la programımız var...Akşam konuştuk iki iki dedi, hala gelmesine iki gün var sanıyordu:)) yok dedim iki gün geçti, yarın geliyorsun ... ne yemek istersin dedim-pilav dedi.
Pazartesinden beri evdeyim... diz dinlendirmece programı uyguluyoruz:) ben onu dinlendirmezssem o zaten beni iyi bir dinlenmeye çekecek zaten...
Gün içinde belki yeni düzenlemelerle gelebilirim ama şimdilik arivederci.

1920'ler Amerika'sının eğlenceli ve kışkırtıcı havasını yansıtan filmin ana karakterleri, seksi Amerikalı Larita, varlıklı bir İngiliz aristokrat ailesinin vârisi John ve onun aşırı gelenekçi annesi Veronica'dır. John, yeni eşi Larita'yı İngiltere'deki aile evine getirir. Ama Veronica'nın, yeni gelini görür görmez tüyleri diken diken olur. Larita ne kadar çaba gösterse boştur. Evliliğini kurtarmak isteyen Larita ile konumunu, itibarını ve iktidarını korumak isteyen Veronica arasında çıkacak çatışmada zekâlar yarışacaktır
Bu gün Cancan'la programımız var...Akşam konuştuk iki iki dedi, hala gelmesine iki gün var sanıyordu:)) yok dedim iki gün geçti, yarın geliyorsun ... ne yemek istersin dedim-pilav dedi.
Pazartesinden beri evdeyim... diz dinlendirmece programı uyguluyoruz:) ben onu dinlendirmezssem o zaten beni iyi bir dinlenmeye çekecek zaten...
Gün içinde belki yeni düzenlemelerle gelebilirim ama şimdilik arivederci.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Balıklı yazı
Bu sabah geç kalktım, Kızların gidişini bile zor duydum. Bu arada bana bir şeyler sormuş ben cevaplamış bile olabilirim.Gamse küçükken bir metod bulmuştu... İzin vermeyeceğimi düşündüğü şeylerin iznini ben telefonda konuşurken beni önce boğuntuya getirir sonra izni araya sıkıştırırdı... Yaşasın Annem izin verdi diye bağırırken ben ancak farkına varırdım... ne niye neye izin verdim diye peşine düşerdim...
Dün akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki' yi izledik ailecek...bu diziden de parlak yıldızlar çıkacağından eminim... mesela Mete bundan sonra yürü gider... Berrin de öyle... Dizilerde bir şey dikkatimi çeker, her baş rol oyuncunun mutlaka bir balıkçı arkadaşı vardır. Ne zaman kafaları bulansa hemen ona koşarlar... O da zaten doğuştan filozoftur hep ikram edeceği bir kadeh rakısı , mangalda balığı hazırdır... Bknz Öyle Bir Geçer Zaman ki... Bitmeyen Şarkıda ki ; Kara gibi...Bir İstanbul Masalındaki Selim'in balıkçı arkadaşı gibi... yani ben olmayanına rastlamadım...ille de baş rol oyuncuyu bir balıkçıya yamayacaklar arkadaş.Balıkçıları bilirim çıktıkları denizler kadar bonkör ve engin gönüllüdürler ama bakalım bu yamanma işinden hoşlanıyorlar mı))
Ya balıkçılık
bonkörlük dedim de aklıma geldi...
Bi tarih Ordu'dayız... Teyzemlerde kalıyoruz... Onların evinin aşağısıda balıkçı barınağı, yan tarafı doğal plaj... denizede oradan giriyoruz zaten... neyse Kocama dedim ki- yarın seni sabahtan erken kaldıracağım ama öle böle erken değil, bildiği erken. Sabah beş buçuk altı gibi kaldırdım O'nu aşağı sahile indik merdivenlerden... Bu arkamdan hem geliyor hemde nereye nereye diyor... O saatte balıkçılar ağlarını çekerler denizden... Bizimki mest oldu manzarayı görünce ... balıklar ağlarda hop hop hopluyor... Balıkçılar hep bir ağızdan maşallah çeke çekek ağlara asılıyorlar... Neyse izledik tam ayrılırken bizi çağırıp bir torba balık verdiler... Kocam para teklif edince de ters ters baktılar:)Resimde gördüğünüz koy tamda orasıdır, teyzemlerin evininde kiremitleri görünür...Onlarında yazdan yaza gittikleri bir ev... Hani hastalığından bahsediyorum ya sık sık O' Enişteme ait bir ev... Ordu'nun hemen girişindedir burası... Şehirler arası otobüsler buradan geçerler... Eniştemle , Teyzem mayıs ayında gidip evi açarlardı... Bizim Ordu'ya geleceğimizi öğrenen eniştem yola çıkar bekler otobüsü durdururdu... burada inin diye... Bir keresinde ben inmemiştim , dayımlar bekliyor, köye kahvaltıya gideceğiz demiştim de bana küsmüştü hatta...İnseymişim keşke.
Yeliz kaç gündür balık yaza yaza canımı balık istetti zaten...En son kocası balığa çıkmıştı:))
Dizi dedik balık dedik yeter bu kadar dedik ve gittik...
Dün akşam Öyle Bir Geçer Zaman ki' yi izledik ailecek...bu diziden de parlak yıldızlar çıkacağından eminim... mesela Mete bundan sonra yürü gider... Berrin de öyle... Dizilerde bir şey dikkatimi çeker, her baş rol oyuncunun mutlaka bir balıkçı arkadaşı vardır. Ne zaman kafaları bulansa hemen ona koşarlar... O da zaten doğuştan filozoftur hep ikram edeceği bir kadeh rakısı , mangalda balığı hazırdır... Bknz Öyle Bir Geçer Zaman ki... Bitmeyen Şarkıda ki ; Kara gibi...Bir İstanbul Masalındaki Selim'in balıkçı arkadaşı gibi... yani ben olmayanına rastlamadım...ille de baş rol oyuncuyu bir balıkçıya yamayacaklar arkadaş.Balıkçıları bilirim çıktıkları denizler kadar bonkör ve engin gönüllüdürler ama bakalım bu yamanma işinden hoşlanıyorlar mı))

Ya balıkçılık
bonkörlük dedim de aklıma geldi...
Bi tarih Ordu'dayız... Teyzemlerde kalıyoruz... Onların evinin aşağısıda balıkçı barınağı, yan tarafı doğal plaj... denizede oradan giriyoruz zaten... neyse Kocama dedim ki- yarın seni sabahtan erken kaldıracağım ama öle böle erken değil, bildiği erken. Sabah beş buçuk altı gibi kaldırdım O'nu aşağı sahile indik merdivenlerden... Bu arkamdan hem geliyor hemde nereye nereye diyor... O saatte balıkçılar ağlarını çekerler denizden... Bizimki mest oldu manzarayı görünce ... balıklar ağlarda hop hop hopluyor... Balıkçılar hep bir ağızdan maşallah çeke çekek ağlara asılıyorlar... Neyse izledik tam ayrılırken bizi çağırıp bir torba balık verdiler... Kocam para teklif edince de ters ters baktılar:)Resimde gördüğünüz koy tamda orasıdır, teyzemlerin evininde kiremitleri görünür...Onlarında yazdan yaza gittikleri bir ev... Hani hastalığından bahsediyorum ya sık sık O' Enişteme ait bir ev... Ordu'nun hemen girişindedir burası... Şehirler arası otobüsler buradan geçerler... Eniştemle , Teyzem mayıs ayında gidip evi açarlardı... Bizim Ordu'ya geleceğimizi öğrenen eniştem yola çıkar bekler otobüsü durdururdu... burada inin diye... Bir keresinde ben inmemiştim , dayımlar bekliyor, köye kahvaltıya gideceğiz demiştim de bana küsmüştü hatta...İnseymişim keşke.
Yeliz kaç gündür balık yaza yaza canımı balık istetti zaten...En son kocası balığa çıkmıştı:))
Dizi dedik balık dedik yeter bu kadar dedik ve gittik...
7 Aralık 2010 Salı
uyuşuk salı
Allahım nazarlardan saklasın iki gündür evdeyim, bir ara bir atak yapayım hiç olmazssa koru yollarını arşınlayayım dedim ama vaz geçtim...
Kızlara geldiklerinde sürpriz olsun diye bir tepsi patatesli bir tepside kıymalı rulolar yaptım... Sonra çayımı demledim Deryalı Günler , yemekteyiz falan izledim... Bir ev kadının yapması gereken tüm işleri yaptım ve kendimi takdir ettim...
Sabah bir film izlemek istedim daha filmin başında ortalık kan gölüne dönünce kapattım... Naziş Will Smith -yedi Yaşam diye bir film getirmiş bakıştık durduk sonra onuda izlemedim.. Böyle bir kaç filmim var bakıştığımız...
Kitapda hala Keyif Evindeyim ne var canım keyfini çıkara çıkara okuyorumdur belki ama doğrusu uykum geliyor bu sıralarda... Gördüğüm rüyalar ise bir acaip , geçen gece garip sesler çıkara çıkara bağırmışım, Kocam zor sakinleştirmiş tek hatırladığım 155 i aramaya ö çalışıyordum, bir de bir hassasiyet konusu...
Ben çayın altını yakmış unutmuşum :)) gideyim
Kızlara geldiklerinde sürpriz olsun diye bir tepsi patatesli bir tepside kıymalı rulolar yaptım... Sonra çayımı demledim Deryalı Günler , yemekteyiz falan izledim... Bir ev kadının yapması gereken tüm işleri yaptım ve kendimi takdir ettim...
Sabah bir film izlemek istedim daha filmin başında ortalık kan gölüne dönünce kapattım... Naziş Will Smith -yedi Yaşam diye bir film getirmiş bakıştık durduk sonra onuda izlemedim.. Böyle bir kaç filmim var bakıştığımız...
Kitapda hala Keyif Evindeyim ne var canım keyfini çıkara çıkara okuyorumdur belki ama doğrusu uykum geliyor bu sıralarda... Gördüğüm rüyalar ise bir acaip , geçen gece garip sesler çıkara çıkara bağırmışım, Kocam zor sakinleştirmiş tek hatırladığım 155 i aramaya ö çalışıyordum, bir de bir hassasiyet konusu...
Ben çayın altını yakmış unutmuşum :)) gideyim
6 Aralık 2010 Pazartesi
Bu gün yemek çamaşır ütü günü ilan edildi, günün tek keyfi sabah çay ve tost eşliğinde film izlemek oldu... Film de zaten çay ve tost ile giderdi ancak... Eğlenceli, saçma , romantik gibi falan filan işte... illede izleyin demem ama izlerseniz de bir şey demem...Film When in Roma ... Türkçe adıyla Aşk Çeşmesi...
Bunun dışında bir şey yok... ARTIK AKŞAMA BAKACAĞIZ:)
not: 2011''e nostaljik bir giriş yapmak isterseniz Leylak Dalı'nın düzenlediği Yeni Yıl Kartı organizasyonuna katılabilirsiniz... yandaki logoya bir tık...

not: 2011''e nostaljik bir giriş yapmak isterseniz Leylak Dalı'nın düzenlediği Yeni Yıl Kartı organizasyonuna katılabilirsiniz... yandaki logoya bir tık...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)