Lalenin Bahçesi

Bir kırmızı Lale işte.
Kitap okumayı, sohbeti, sinemayı, İstanbul'u ille de Üsküdar'ı sever. Olmazsa olmazları ailesi, Zuz, Cancan ve denizdir.
Çok şiir okumaz ama okursa Atilla İLHAN ve Orhan VELİ okur. Paylaşmazsa görmüş gibi okumuş gibi hissetmez kendini...

27 Mart 2010 Cumartesi

Cumartesi kararsızları

Bu günkü program kesin değildi , dışarı çıkılacak öyle karar verilecekti, kesin olan tek şey Ferzan Özpeteğin , Serseri Mayınlar filmini görmekti. Ama biz hazırlanırken gelen bir telefonla tüm program alt üst oldu. Arayan benim iş arkadaşım Yurdanur 'du. Taa 1996 dan beri kesintiye uğramayan bir arkadaşlığımız var. Yurdanur'la yıllarca yanyana masalarda çalıştık. O kadar çok şey paylaştık ki birlikte; benim kızlar bile kanka oldu. Kocam da balkonlarının müptelası olduğu için yaz aylarında mutlaka bir balkon sefası yaparız onlarda. Balkonları tam Boğaz Köprüsü ile karşılıklı, bir de havai fişek gösterisine denk gelirseniz değmeyin keyfine olur. Bu gün arayıpda -hadi bana gelin deyince , Gamse de bana hadi dedi...

Yolda arabayla Özbekler Tekkesi civarından geçerken bir baktık ki, İlber Ortaylı'da yokuşu tırmanmakta. Türkiye de en sevdiğim şahsiyetlerden biri olduğu için, hey Allahım ya dedim, tam şöföre neden bu yola girdiniz diyecekken O'na rastladık.

Yurdanur^un 15 gün önce doğum günü vardı, giderken pasta , maytap , mum da götürüp geçmiş doğum gününü kutladık...

İyiki hayatımda varsın Yurdanur...
Biz bu gün Annesi ve kızı günüsü yapmak üzere çıkacağız evden , kesin olan tek şey programın içinde sinema da var:)))

26 Mart 2010 Cuma

Dün gece Babam ilacını içer içmez şıp diye uyudu. Hatta yatağına giderken, galiba bu uyku ilacıydı dedi... Biz de Aşk-ı Memnu izledik, şekerpareli şekerpareli:))) Herkesin canı aynı anda tatlı isteyince; kahraman Kocam bi koşu aldı geldi. Kızlar tatlı merasiminden sonra sızdılar, Gamse hemen yatağına gitti ama Naziş ısrarla yatağına gitmeyip uyuyarak, kanepeyi işgal etti , ,hem de uyumadığını izlediğini söyledi. Zuz da sürekli , peki şimdi ne oldu, şimdi ne oldu söyle bakalım diyerek onu sınav etti:)))

Aşk-ı Memnu böyle giderse bir iki sezon oynar. Çünkü Bihter dizi başladığında mezarlığa gitmişti Babasına; dizinin sonuna doğru çıktı.Ednan Bey yine mel mel baktı uzaylı gibi. Bu gidişle kafasına karısından tokmağı yiyen Hilmi Önal da, erecek iyi insan olacak falan.

Sabah; hastanaye gidip, Babamın gözündeki sargıları açtırdık. Piyasada bulunmayan damlayı yazan Doktorumuzu canı gönülden tebrik ederim. Bir iki aydır depolarda bile yokmuş. Şimdi kocam arıyor hala. Olmadı arayıp başka ilaç ismi soracağım.

Şimdilik bu kadar gün içi düzenlemelerde görüşürüz:)))

not: telefon açan, mesaj çeken, yorumlarında geçmiş olsun dileklerini ileten herkese çok teşekkür ederim. İyiki varsınız...

25 Mart 2010 Perşembe

Hastane maceramız

Çok yorucu , çok sıkıcı bir gündü... Babam bu gün katarakt ameliyatı oldu, diyerek paaat diye gireyim konuya.

Saat bir de gelin ön tetkikler var, saat üç de de ameliyat demişlerdi, bir kontrol öncesi. Kocam , ben ve Babam buradan, Zuz da evinden çıkarak Hastanede buluştuk. Dr kontrolü, tansiyon ölçümü , damla mamla olayları bittikten sonra bizi odamıza çıkardılar. Saat 15.15 de hemşire hanım gelip hastayı ameliyathaneye götürecek dediler. Oda da tv mv var ama biz kendimiz tv yiz. Ben önce klimayı 30 dereceye alıp milleti haşladım. Gösterge otamatik 30 dereceye ayarlaıymış ne yapayım:))) Saatler geçmek bilmeyince biz Zuz la iki kez takıştık , babam tüm odayı inceledi , elden geçirdi:))) Bir kez kocam kaçtı molaya , bir kez Zuz la ben kaçıp çay molası verdik hastane cafe de. Zuz bu hastaneye bir aydır gidip geldiği için her bir köşesini bilip herkesi tanıyor zaten . Ayrıca hastanenin kardiyoloğu görümcemin oğlu, ameliyathane sorumlusu kuzenimin kuzeni ... Yani hastane bizim :)))) . 15.15 de denilen ameliyat saat 16.35 de yapıldı. Zuzu'un elinden gelse ameliyathaneye girip ameliyatı kendi elcağızlarıyla yapacak ama bir alet de sorun yaşanmış, önceki ameliyat da... Neyse babam bu arada odayı karıştırmaktan bıkıp , bizi de gülme krizinden çıkarıp uyudu. Sonunda ameliyat oldu yarım saat bile sürmedi. Odaya getirince Amca biraz dinlensin sonra gidin dediler. Onlar odadan çıkar çıkmaz Babam giyindi hadi gidelim dedi.:)) Ay, evim evim meğer ne özlemişim. Geldik yemeğimizi yedik. Zuz da kendini kuaföre attı. Birazdan gelir , aç bilaç ...

Bu akşam Aşk-Memnu seyredip tumba yatak. Kitap falan okuyamam sanırım. Amak-ı Hayal bitmek üzere. Eğer okumak isteyen olursa , tasavvufdan hoşlanan varsa tavsiye ederim.

Bu günlük de bu kadarrrrr....


23 Mart 2010 Salı

Nostalcii



Siz hiç leylek giliği yediniz mi? peki sorun bakalım , bu soruyu niye sordum. Çünkü ben bu gün yedim. Niksar'da yapılan bir tatlı, leylekler geldiği zaman yapılırmış eskiden beri. Hoş artık leylek sürüsü mürüsü gördüğümüz yok. Eskiden bir gelirlerdi, gökyüzünü kaplarlardı. Her ağaçta bir leylek yuvası. Yok ben yuvada gördüm bu yıl hep evde oturacağım, ben leyleği havada gördüm , hep gezeceğim muhabbetleri. Ne hoştu. Gerçektende ben bir kez leylek sürüsü görmüştüm havada da , o yıl değil şehir içi, şehirler arası yollarda geçmişti hayatım:)))

Leylek giliği, ben hiç yapmadım, ama çok da ustalık gerektiren bir şey değil. Niye yapmadım bilmem , kızlar ve kocam bayılır halbuki. Bu kadar yöresel bir tadı yakalayamamaktan korkmuş olabilirim. Bizimkiler - Babaanneminkine benzememiş derler çıkarlar işin içinden çünkü.

Hadi anlatayım nasıl bir şey olduğunu. Mayalı hamur, krep akışkanlığında hazırlanır. Yumurta yok yalnız süt , un, maya. Sacda ya da teflon tavada , hiç yağsız olarak; yine krep inceliğinde ama bir köfte büyüklüğünde olacak şekilde pişirilir. Bir tepsiye tepeleme yığılır. Üstüne şerbet dökülür , bol ceviz. Hatta dövülmüş cevize sara sara bana bana yerim ben. Nasıl hafif bir tatlı olur, nasıl lezzetlidir anlatamam.Bu gün görümcem yapmıştı. Bandıra bandıra ye beni , doyamazssın tadıma vaziyetlerindeydi.Bazen de şerbet yerine ev de yapılan dut yada üzüm pekmezi dökerler, onun üstüne de ceviz. Niksarda yapılan her yemeğin bir hikayesi var aynı zamanda. Mesela gendeme çorbası denilen bir çorba var. Aşurelik buğdaydan yapılır. Kayınvalidem anlatmıştı bu hikayeyi de. Yaşlı bir kadın ocakta bu çorbayı pişirirken , komşusu seslenir - ne yapıyorsun diye, O da kime yapıyorsun çorbayı anlar- gendüme, gendüme der yani kendime. Aha işte kalmış çorbanın adı gendeme ya da gendüme çorbası. Benim kızlar her zaman anlatırırlardı , bu çorbayı yaptığında. Babaannelerine. Babaanneee , kime yaptın bu çorbayıııı - gendümeeee , gendümeeee ...

Hep Ordu Ordu diye ben Niksar'ı es geçtim hep , ihmal ettim. Halbuki nasıl güzel bir yer, nasıl güzel insanlar yaşar orada. Misafir ağırlamak bir sanattır orada. Gelen misafir, o evde kendini kral ya da kraliçe hisseder. Nasıl özel hisseder anlatamam. Önceki yıl , İlmiyem'i de alıp gitmişdim de , ben böyle bir şey yaşamadım demişti.Altına yatak, üstüne yorgan, başına yastık olur orada insanlar. İlk gittiğimde , evin oğlunun sünneti vardı, ne kadar itiraz etsem de çocuk için hazırlanan o ihtişamlı yatağı vermişlerdi bize... Sonra yıllar sonra o çocuk kapımı çaldı bir anneler günü gecesi ve bana hediye getirdi...Oğuzcumm özledim sizi be yahu...

Bir leylek giliği yedim bi sürü nostalji yaptım valla... e hadi yeter bu kadar akşam ...akşam...
Bir kaç gündür çiçek böcek hallerinde yürüyüşler yapıp, hava pırıl pırıl falan dedim ama yetti gari bu gün okey oynamaya gidiyorum:)))
Ama gitmeden önce bir Mimim var. Peren'den geldi. Sevdiğim ve sevmediğim üçlüler.
Hadi önce sevdiklerim

Zeki-Nazlı-Gamze
Lale-Metin-Zuhal
Aysel-Kalamış-Kumburgaz
Can-Berfu-İkea:)))(onlar anlar)
koru-kuzguncuk-koca
Hakan-Helva -Ordu
Beyoğlu-Gülden-Fatma
Haliç Vapuru-Oya-Eyüp Sultan
Kitap-kahvedünyası-fondü
köfte-patates-piyaz(Sultan Ahmet Köftecisi üçlemesine benzedi)
çay -simit-beyaz peynir
kanape-battaniye-tv
yeşil çay-kupam-pc
güneş-deniz-kum
kitap-şezlong-cola( denizden çıkınca)
Ordu-sahil-Boztepe
Köy-veranda-harman
Ayvalık-Ören-Cunda
İstanbul-İstanbul-İstanbul

Sevmediklerim
lılan-öğümcek.kertenkelek:))(bunlar yazılırken bile ürperildiğinden yazı formu bozulmuştur)
hastane kokusu-benzin kokusu-oto parfüm kokusu
geç kalmak-beklemek-sarkan çiçekçiler heheheh
beleşciler-üç kağıtçılar-yalan sanatçıları( ne yapayım bunu sanat olarak icra edenler var)
düşündümde, pis kokmasın, bana üç kağıt yapılmasın sevgi böcüğü bi insanım yav çok sevmediğim bir şey bulamadım o yüzden...

Dün akşam yeni bir kitaba başladım. Amak-ı Hayal; hiç okumadığım bir tür. Biraz tasavvuf, Vahdet-i Vücut çalışacağım anlayacağınız. Yazarı Filibeli Ahmet Hilmi.Tasavvuf okumak biraz zor bir iş tabi. Okuduğunuz bir kelime altında binlerce anlam var. Ben bir siteden bu kitabın çözümlemesini buldum ve kitaba yeni baştan başladım. Bu Raci İle Aynalı Baba'nın zihin yolculuğu. Buda ile başladılar şimdi Zerdüşt'le konuşma bölümündeyim. Ama çözümlemeyi okuyunca yeniden başa dönmek zorunda kaldım.Kafkada beynim az yorulmuştu çünkü:)) bu kitap bitsin Selindrella okuyacağım. Yeni çıkmışlardan, arka kapağını okuyup Gamse ile çok gülmüştük ama bu kitabı bitirince onu okuyacağım.

Sabah Naziş'in yatağını topluyorum, bir baktım baş ucunda Edgar Alan Poe'nin Tüm Hikayeleri kitabı, demek ona başlamış, kitabın üstünde de kocaman bir oyuncak yarasa. Hay Allahım dedim, anasının kızı, kitap okuma bir ritüel, ayraç bile ona göre seçilir. O da kitabın üzerine yarasa koyup , pekiştirme yapmış:)))Valla akşam resmini çekip koyacağım buraya...

Haydi gittim ben , okeyciler beni bekler...

22 Mart 2010 Pazartesi

Sahilde Kafka ve İstanbul güneşi

Pırıl pırıl bir İstanbul günü. Bu gün pazarımız da var üstelik. Dışada insan sesleri , kuş seslerine karışmış.Budanan ceviz ğacı yeniden eski günlerine dönme telaşında. Ben de birazdan bu hengameye katılmak üzere dışarı çıkacağım zaten...

Sahilde Kafka dün akşam bitti. Hiç bitmesin istediğim kitaplardan birisi oldu. 650 sayfa nasıl ilerledi sona geldi, iki bağımsız sandığımız hikaye birbirine değe değe nasıl ilerledi bilemiyorum. Haruki Murakami kitaplarında hep size eşlik eden bir müzik var. Bu kez de sık sıkBeethoven ve Haydn eşlik etti satırlara. Bir an önce bitse de Beethoven'in Arşıdük üçlemesini dinlesem falan diyorsunuz. Alt metinde sürekli bir müzik var anlayacağınız.Kitap okumayı seven herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir kitap. Hani ben derim ya kitap beni zorlamalı, düşündürmeli, araştırmaya sevketmeli; işte Sahilde Kafka böyle bir kitap...

Beethoven'in gerçek şaheseri, 1811 ‘de yazılan ve “Arşidük üçlüsü” olarak da bilinen “Si bemol majör trio” dur. Beethoven’in yakında tanıdığı, metronomun mucidi Johann Nepomuk Maelzel besteciyi, bir savaş sahnesini yüceltici bir eser yazmaya ikna etmiş. Böylece “Wellington Zaferi” ya da “Victoria Savaşı” doğmuştur. Eser muhteşem bir başarı kazanır. Beethoven’ın yeryüzünde kazandığı en büyük zaferdir bu. Yüksek sanatsal bir seviyesi olmayan ısmarlama bir eserin, sanatçıya en büyük ünü getirmesi kaderin bir cilvesi olmalı.